17 Ocak 2013 Perşembe


F Tipi Film

Yönetmen: Ezel Akay, Barış Pirhasan, Sırrı Süreyya Önder…
Senaryo: Ezel Akay, Barış Pirhasan, Sırrı Süreyya Önder, Reis Çelik, Hüseyin Karabey, İlksen Başarır, Aydın Bulut, Vedat Özdemir, Mehmet İlker Altınay ve Grup Yorum
Oyuncular: Tansu Biçer, Serkan Keskin, Bülent Emrah Parlak
Duruşu ve dinamikleriyle sadece müzik tarihi değil, siyasi tarihimizde de kendine önemli bir yer edinen Grup Yorum tarafından geliştirilen bu proje, binlerce kişinin kurban olduğu bir drama odaklanıyor. F tipi hapishanelerin kapalı kapılarının ardında yaşananları beyazperdeye aktaran film, 10 farklı yönetmenin çektiği 10 kısa filmin uzun metraj şeklinde yeniden kurgulanmasıyla ortaya çıktı.

Ocak 2012

Ayın Kitabı


Kuşatmadan İnfaza Musa Anter Cinayeti


20 Eylül 1992'de Diyarbakır'da zalimce öldürülen Musa Anter'in hayatı ve mücadelesi üzerinden, Türkiye'nin Kürt sorununda yaşadığı trajik tarihle yüzleşmeye ve hesaplaşmaya "entelektüel" bir davet... "1929-1935 yıları arasında Mardin Yatılı İlkokulunda okuyordum. Vilayet kapısı önünde teneşir tahtası büyüklüğünde iki seki yapmışlardı ve her gün o sekilerde kanlar içinde paramparça olmuş iki Kürt gencini vitrinlerlerdi. Gaye Kürt halkının gözünü korkutmaktı. Bir gün ben oradayken, Kurdis köyünden dayım sayılan Bengo'nun ölüsünü gördüm. Çuval gibi bir katıra yüzüstü yüklemişlerdi. Bengo dayı uzun boylu yakışıklı bir gençti. Yeni öldürüldüğü için daha vücudu katılaşmamıştı. Katırın yanlarından o canım kınalı elleri ve ayakları sallanıyordu. Vilayet kapısına getirdiler. Jandarmalar onu bir yük gibi, katırın üstünden yere fırlattılar ve sonra da onu sırtüstü vitrine yatırdılar. Yaşlı gözlerle yaklaştım. Dayımın gözleri açıktı ve sanki bana bakıyordu. O an gözlerinden şu manayı çıkardım: “Oğlum Musa görüyorsun halimi! Sana ne diyeyim?
Sen bilirsin!”
  
Orhan Miroğlu
Sayfa Sayısı: 323

18 Aralık 2012 Salı

Rüçhan Çalışkur ile Ropörtaj

Rüçhan ÇALIŞKUR

Türk tiyatrosuna 33 yıldır emek veren ve oynadığı bütün rolleri büyük bir ustalıkla sahneye aktaran çok önemli bir sanatçı Rüçhan Çalışkur. Tiyatroya büyük bir aşkla bağlı olan, şuan Benim için Üzülme adlı dizide ve Yağmur Durduğunda adlı oyunundaki başarılı performansıyla adından söz ettirmeye devam ediyor. Seyircinin nefesini, soluğunu duymayı, seyirciyle karşılıklı olmayı çok seven ve tek isteği halkın tiyatroya ve sanata sahip çıkması olan Rüçhan Çalışkur ile tiyatro, sinema, dizi ve oyunculuk üzerine konuştuk.

Bircan GÜZEL: Tiyatroda önemli bir isimsiniz. Tiyatroyla ilginiz nasıl başladı? Bize bu süreçten bahseder misiniz?
Rüçhan ÇALIŞKUR: Çocukluğumda masallar yazar ve onları arkadaşlarıma oynayarak anlatırdım. Zaten okulda da tiyatro grubu kurmuştum. Kardeşim Cüneyt Çalışkur benden önce Ankara Devlet Konservatuarı’na girmişti. Ben de niye olmasın dedim. Herhalde ondan cesaret almış olmalıyım ki nihayetinde sınavı kazandım. Böylece konservatuar dönemim başladı, kardeşimle beraber yetiştik.

Bircan GÜZEL: 1979 yılında Devlet Tiyatroları kadrosuna girdiniz ve 2003 yılında kadar kamera karşısına geçmediniz. O zamana kadar kamera karşısına geçmemenizin özel bir sebebi var mıydı?
Rüçhan ÇALIŞKUR: Şartlar… O zamanlar bu kadar dizi yoktu. Çok fazla bir ilgim de yoktu. Ben devamlı tiyatro ile  haşır neşirdim. Hayatım tiyatroda geçti diyebilirim. Aslında bunlar hep birer şans meselesi. Zaman içerisinde yapılan seçimlerle ve şansınla ilgili bir durum. Çok sık dublaj yapıyordum. Tiyatro zaten bütün zamanımı alıyordu. Çocuk, evlilik derken fırsat kalmadı o tür şeylere. Daha sonra niye olmasın dedim ve ilk sinema filmim 2005 yılında Yeşim Ustaoğlu’nun yönetmenliğini yaptığı Bulutları Beklerken oldu.

Bircan GÜZEL: Size göre oyunculuk nedir? Oyunculuk adına kendinize örnek aldığınız yurt içinde ve yurt dışında oyuncu var mı?
Rüçhan ÇALIŞKUR: Benim oyunculuk anlayışım; oynarken o kişi olmak, o kişiyi oynamamaktır. O kişi olduğunuz sürece inandırıcı olursunuz. O kişiyi oynarsanız inandırıcı olmazsınız. Ben daima oyunculuğumda o kişi olamaya çalıştım. Oynadığım her karakterde ki çok çeşitli karakterleri oynadım. Hepsinde de o kişi olmaya çalıştım. Bütün genç arkadaşlara da bunu tavsiye edebilirim. Oyunculuk adına kendime örnek aldığım oyuncular var tabi. Mesela; Al Pacino hayran olduğum insanlardan biri, Meryl Streep devamlı takip ettiğim bir oyuncu, Işık Yenersu benim için bir ide oldur. Okuldayken onun oyunlarını defalarca izlerdim. Muhteşem bir insan ve oyuncu benim için. Aslında o kadar çok var ki hepsini şu an sayamıyorum.


Bircan GÜZEL: Usta bir tiyatro, sinema, dizi oyuncusu ve seslendirme sanatçısı olarak önceliğiniz hangisinden yanadır? Hayatınıza hangisi yön verir?
Rüçhan ÇALIŞKUR: Böyle bir ayrım yapılmaz ama ben seyircinin nefesini, soluğunu duymayı ve seyirciyle karşılıklı olmayı çok seviyorum. O yüzden tabi ki tiyatro daha ağır basıyor, hayatıma tiyatro yön veriyor.

Bircan GÜZEL: Rüçhan Çalışkur bir oyuna nasıl hazırlanır?
Rüçhan ÇALIŞKUR:  Öncelikle reji ve metin ile barışmam lazım. Yani metin beni çekmeli, büyüsüne almalı. O büyüyü ben hissetmek zorundayım. O büyüyü hissetmediğim sürece projenin içine giremem, daha doğrusu giremiyorum. Zamanında yaptım ve bana zarar verdiğini, gerilettiğini gördüm. Onun için metin seçimi ve reji benim için çok çok önemli. Sonra oyuncu olarak o olmaya hazırlık aşaması var. Metnin alt metnini, alt alt metnini ve üçüncü gözünü araştırıp o kişi olmanın çabasına giriyorum. Bu da sancılı bir dönem, hakikatten çok sancılı bir dönem. Karakterle ilgili araştırmalar yapıyorum. Kendimden, yaşadıklarımdan, gözlemlerimden yola çıkarak o karaktere hazırlanıyorum.


Bircan GÜZEL: Şimdiye kadar pek çok eserde yer aldınız, değerli ödüllere de sahipsiniz. Bunların içinde sizin kalbinizde en çok yer eden hangi projeler oldu?
Rüçhan ÇALIŞKUR:  Tiyatro da Leenane'in Güzellik Kraliçesi, benim çok sevdiğim oyunlardan biriydi. Şimdi Yağmur Durduğunda çok sevdiğim bir oyun oldu. Sinema olarak açıkçası beni şu ana kadar en çok etkileyen Türkan Saylan’ı oynamak oldu. Türkan Hanımın bende çok ayrı bir yeri vardır. Onu oynamak benim için çok büyük bir onur oldu. Ayrıca onu oynadığım için de çok mutluyum. Sinema seçimlerinde genellikle senaryoya bakıyorum. Senaryo beni çok ilgilendiriyor. Yapılan iş, işin kalitesi nedir? Bu önemli.  Şuana kadar hep seçilmiş, ufakta olsa bir mesajı olan projeleri seçtim. Bu durum diziler içinde geçerli. Çünkü; artık halkımız eskisi gibi değil, daha seçici. Onun için güzel, doğru projelerde yer almak en azından etik olarak benim görevim diye düşünüyorum.


Bircan GÜZEL: Hangi içerikli bir proje gelirse asla hayır demezsiniz?
Rüçhan ÇALIŞKUR:  Ben yaşanmış, gerçek hikayeleri çok seviyorum. Dönem işlerini çok seviyorum. Galiba o beni çok tatmin ediyor. Çünkü; değerli bir takım insanların hayatlarını oynamak riskli olduğu kadar çok da zevkli. Bu tarz projelere hayır demem. Gerçekten sevdiğim ve saygı duyduğum sanatına hayran olduğum bir insanı oynamak benim için çok büyük bir onur olur. Örneğin; Kraliçe Elizabeth, Maria Callas gibi…

Bircan GÜZEL: Zıt kişilikleri, iyileri, kötüleri bir arada yaşama olanağı buluyorsunuz oyunculukla. Oyunculuk sizce bir rehabilitasyon mu?
Rüçhan ÇALIŞKUR: Altından kalkamayacağım her acının karşısında oynadım. Ben inanıyorum ki oyunculuk gerçek bir rehabilitasyon. Sahnede ya da çıkarttığımız rolde yaşadıklarınızın aslında bir nevi boşalımını görürüz. Zaman zaman en ağlayamadığınız kaskatı kesildiğimiz bir noktada oyunculuk size o imkanı sağlar. Oyuncuya içsel yolculuk sağlıyor ki içsel yolculuk çok önemli. O yolculukta çok yıpratıcı oluyor. Zaten yaşam çok yıpratıcı olduğu için galiba bir şeklide kendinizi oyunculukla rehabilite ediyorsunuz.

Bircan GÜZEL: Size ‘Benim İçin Üzülme’ dizisinde oynamalıyım dedirten nedir? Mahsun Kırmızıgül’ün yönetmenliğini nasıl buluyorsunuz?

Rüçhan ÇALIŞKUR: Proje bana geldiğinde çok beğendim. Anne tarafım Artvinli olduğu için Karadeniz benim aşık olduğum ve yabancısı olmadığım bir bölge. Projeye güvendim, metni okuyunca hoşuma gitti ve çok beğendim. Özellikle Mahsun Beyin, Murat Beyin, Onur Beyin, Serkan Birinci’nin projeye nasıl baktığını gördüm ve ben bu projede oynamalıyım dedim. Mahsun Kırmızıgül bana göre çok başarılı. Çok fazla öngörüsü olan ve çok fazla disiplinli ki benim en sevdiğim özelliklerden biridir. Kendini işine adayan ve disiplinli biri bu bağlamda onula örtüştüğüm çok nokta var. İnanılmaz güzel yerler ve öyküler gösterdi bize. Beraber çalışmaktan son derece mutluyum. Ufku çok geniş. Şu da bir gerçek ki bu topraklarda yaşayan birçok insanın hiçbir şeyin farkında olmadan yaşadığını görüyoruz. Demek ki o görmüş ve gördüklerini gösteriyor. Bu ayrı bir yetenek ve bakış açısıdır. Ben iki filmini seyretmiştim. Çok güzel şeyler görüyorum Mahsun Kırmızıgül de demiştim ve çalışmak kısmet oldu. Serkan Birinci de çok değerli bir yönetmen. Seyirciden de olumlu tepki alınca insan çok mutlu oluyor. Demek ki “Biz güzel bir şeyler ortaya çıkardık” deyip mutlu oluyorsunuz. Dizi çekimlerinin bir kısmı Kars Kağızman Çengili köyünde gerçekleşti. Zorluk çektik ama Mahsun’un gücü bize de bulaştı. Oradaki yaşam şartlarını gördüğümde çok ağladığım ve üzüldüğüm anlar oldu. Görmek ve bu kadar da gözü kapalı yaşamamak gerekiyor.


Bircan GÜZEL Yağmur Durduğunda adlı oyunda rol almanızı sağlayan sebep nedir?
Rüçhan ÇALIŞKUR: Yağmur Durduğunda’nın metni elime geçtiği andan itibaren bu projede yer almalıyım dedim. Yönetmen Hakan Çimenser ile ilk kez beraber çalışıyoruz ama metne benim baktığım açıdan yaklaştığı için ortak bir noktada buluşmuş olduk.  İnsanlar kolay şeyleri seyrede seyrede galiba düşünmeyi unuttular. Ben bu oyunla insanların düşünmelerini sağlayacağımızı umut ediyorum. Biraz tembellik etmesinler, düşünsünler istiyorum. Tiyatrolarımızı yok edilmeye ve kapatılmaya çalışılıyor. Alışveriş merkezlerine mecbur bırakıldığımız bir dönemdeyiz ki buna da şükür demeye başladık artık. Bu dönemde halkımıza iyi bir şeyler sunmak bizim görevimiz. Her ne olursa olsun, her ne şarta olursa olsun gerekirse sokaklarda varlığımızı sürdürmeye devam edeceğiz.


Bircan GÜZEL: Bugüne kadar sahne önündeydiniz. Sahne arkasında da olmak gibi bir düşünceniz var mı?
Rüçhan ÇALIŞKUR: Böyle bir projem var. Rahmetli kardeşim Cüneyt Çalışkur’un yazdığı oyunlardan sekiz tanesi şu an Devlet Tiyatrosunda. O oyunlardan birinin yönetmenliğini yapmak istiyorum. Böylece sahne arkasında da yer almak istiyorum.

Bircan GÜZEL: Yaklaşık 33 yıldır sahnedesiniz. Sahnede kalabilmenin sırrı nedir?
Rüçhan ÇALIŞKUR: Sevgi… Hani şu unuttuğumuz sevgi var ya işte o sevgi. Bunun bir izah tarzı ya da anlatım biçimi yok. Sevgi; karşılıksız vermek, sonuna kadar vermektir diye düşünüyorum. Ben de tiyatroya sevgimi sonuna kadar verdiğime inanıyorum. Etrafa baktığınızda birçok şey boş geliyor. Beni, sevgimi ve aşkımı ayakta tutan tiyatro var. Şuanda yapılanlar benim için gerçekten büyük bir acı. Aşkımı sevgimi elimden almaya çalışmaları çok acı. Sanatın önüne kimse geçemez, tarih boyunca bunun örneklerini gördük. Sadece bizi yıpratıyor bu tür politikalar. Ben de ne olurda olsun sonuna kadar ayakta kalmaktan yanayım. Beni sanat besliyor, güçlü kılıyor, ayakta tutuyor. Bir tek dileğim şu; halkımızdan, ülkemizden tek ricam tiyatroya ve sanata sahip çıkın. Halk sanata sahip çıktığı sürece biz hep ayakta kalacağız.

6 Aralık 2012 Perşembe

Bugünün Yazarı

Kürt sorunu açısından gelecek iki yıl çok kritik. Herkes yarına ertelemeden sözünü bugünden söylemeli. Çözeceksek de şimdi, çözmeyip kaosa havale edeceksek de şimdi.”

“Kürtler, hâlâ demokratik cumhuriyette eşit yurttaşlar olarak yönetime katılarak birlikte yaşamayı, Türkiye’ye bir politik program olarak sunuyorlar. Bu çok büyük bir teklif!”

“Türkiye, Kürtlerin bu büyük teklifini kabul etmeli. Kürtlere, yönetime katılma hakkını veren özerk bir sistem kurulmadan, Kürt sorununda nihai çözüm mümkün değil.”

***

NEDEN
GÜLTAN KIŞANAK
Türkiye, açlık grevleriyle içine girdiği korku tünelinden henüz çıkmıştı. Hapishanelerde on bine yakın insanın katıldığı açlık grevleri Öcalan’ın isteğiyle daha yeni bitmişti. Ve, Türkiye biraz rahat bir nefes almıştı ki... Başbakan bu sefer de BDP’lilerle ilgili dokunulmazlık tartışmasını başlattı. Başbakan, dokuzu BDP’li on milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve bu milletvekillerinin mahkemeye gönderilmesi için harekete geçti. Kısacası bu milletvekilleri için cezaevi yolunun önünü açtı. Peki, ne oldu da Başbakan birden bire BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmaya karar verdi? Türkiye’de siyaseti neden böylesine gerdi? Bu karar başka bir sürecin şantajı mı? BDP’li on milletvekili mahkûm olursa bunun siyasi sonuçları ne olacak? Türkiye’nin genel siyasetinde neler yaşanacak? Böyle bir mahkûmiyet hâlinde BDP ne yapacak? Güneydoğu’da Başbakan’ın dokunulmazlıkları kaldırma kararı nasıl karşılandı? PKK’lılarla kucaklaşma nasıl oldu? Orada neler yaşandı? BDP’li milletvekilleri, PKK’lılarla kucaklaştıkları için bir özeleştiri yapıyorlar mı? Kürt sorunu nereye doğru gidiyor? Bir kopuşa doğru mu yol alınıyor? Bütün bu soruları BDP’nin eş genel başkanı Gültan Kışanak’a sorduk, çarpıcı cevaplar aldık.
***

- 2 -

NEŞE DÜZEL: Siz, PKK’lı gerillalarla kucaklaştığınız için çok tepki çektiniz. Bugün bu konuda bir özeleştiri yapıyor musunuz?

GÜLTAN KIŞANAK: Aslında medya tarafsız olsaydı ve orada yaşanan tablonun tamamını verseydi, bugün Türkiye’de kamuoyu, Başbakan’ın itmek istediği yöne doğru sevk edilmeyecekti. Bakın... Benim orada o karşılaşmanın ve selamlaşmanın akabinde söylediğim cümleler var.

Siz ne demiştiniz?

Orada çekim yapan Kanal D muhabirinin kayıtlarında var bu cümleler. İsterse yayınlayabilir. Ben onlarla tokalaşırken, “İnşallah bu sorunu çözeriz. Sizler de artık şehirlerde olursunuz. Sizlerle buralarda değil, şehirlerde görüşürüz” diyen bir kişiyim. Yani bu silahlar bırakılır anlamındaki cümleyi ben o dakikada söyledim. Üstelik karşılaşmanın hemen akabinde bana Kanal D muhabiri “Ne diyorsunuz” diye de sordu.

Soruya ne cevap verdiniz?

“Yaşadığımız bu tablo, Kürt sorununu bir an önce müzakere yoluyla çözmek zorunda olduğumuzu söylüyor bize. Bu işin silahsız bir yolunu bulmak zorundayız” dedim. Bu cevabım da yayınlanmadı. Zaten bu kısımları hiç yayınlamadılar. Sadece görüntü veriyorlar. Onun üzerinden polemik yaratıp kamuoyunda tepki oluşturmaya çalışıyorlar.

Peki, yaptığınızın siyaseten hatalı bir davranış olduğunu düşündünüz mü?

Tabii, siyasi bir tutum değildi. “Bu, siyaseten başka türlü kullanılabilir” diyebilirdik. Daha soğukkanlı ve hesapçı yaklaşabilirdik. Siyaseten böyle düşünüp orada daha kontrollü, hatta samimi olmayan bir şey yaratabilirdik. Ama bunun ortamı yoktu.

Niye ortamı yoktu? Ortam nasıldı?

Medya mensupları bu konuda samimi olsalardı, böyle bir ortamın olmadığını belirtirlerdi. Orada siyasi bir karşılaşmadan çok duygusal bir atmosferin olduğunu ve herkesin o duygusallık içinde hareket ettiğini anlatırlardı. Yüzlerce insan vardı orada. Biz o gün bombalanan köyleri ziyaret ediyorduk. Yolda giderken uzakta kalabalığı gördük ve arabamızdan “kaza oldu” diye indik. Çünkü araçlar durmuştu. Meğer yol kesme varmış. İndiğimizde gördük ki, oradaki sivil halk gerillalarla haşır neşirdi.

Nasıl haşır neşirdi?

Herkes hasbıhal içindeydi. Ben Yüksekova Haber’e o gün de söyledim. “Ben bir anne olarak ürperdim. Zırhlı birlikler on beş dakika mesafedeydiler. Bu dört genç her an ölümle yüz yüzeydiler. Biz siyasetçiler çözüm bulmadığımız için bu gençler ölebilirdi. Bunun duygusallığıyla hareket ettim” dedim.

Bu davranışın bir tepkisi olabileceğini hiç düşünmediniz mi?

O dakikada bunu düşünmek çok mümkün değildi. Çünkü ortada çok insani bir tablo vardı. Bu çocuklar bizim ya!.. Bu çocuklar bu ülkenin evlatları! Hepimizin bu çocuklar! Hiçbiri ölmesin! Üstelik bu sorunu çözmek mümkün

Günün Karikatürü

İstanbul Devlet Tiyatrosu

Yağmur Durduğunda

Oyuncular:
Henry Law: Okday Korunan
Elizabeth Law 1: Rüçhan Çalışkur
Gabrielle York 1: Şebnem Dilligil
Joe Ryan: Ali İpin
Gabrielle York: Levent Güner
Elizabeth Law 2: Ezgi Yentürk
Gabriel Law: Eray Cezayirlioğlu
Gabrielle York 2: Burcu Arslan
Andrew Price: Kemal Doğantan
Şemsiyeliler: Demet Başkaya, Şeyda Pektok, Selda Soylu, Kerem Kurt

Son yılların en başarılı metinlerinden birisi sayılan Andrew Bovell’ın yazdığı Yağmur Durduğunda koca/babanın günahının çocukların ve onlarla ilişkide olan kadınların hayatlarını nasıl mahva sürüklediğini anlatmaktadır. Geçmişten kaçmanın imkansızlığını işleyen oyun, yedi yaşındayken gizemli bir biçimde ortadan kaybolan babasının izini sürmek için Avustralya’ya doğru yola çıkan gencin, babası ve kendi hayatının çakışmasıyla ortaya çıkan sırları gözler önüne serer.


Gezmece: Sinop

Karadeniz’in Hırçınlığına İnat Her Daim Sakin Kalmayı Başarabilen,
Türkiye’nin En Uç Noktası, Diyojen’in Kenti Sinop

Şehrin kalabalığı ve gürültüsünden uzaklaşmak isteyenler için oldukça ideal bir yer olan Sinop, Türkiye’nin en kuzey ucunda denizin içine uzanan bir burun üzerinde kurulmuştur. Adını bir zamanlar konuk ettiği Amazonlar’ın kraliçesi Sinope’den aldığına inanılıyor. 3. yüzyıl filozoflarından Diyojen M.Ö. 412 yılında Sinop’ta doğmuş. Bu yüzden antik kaynaklarda dahi Sinoplu Diyojen adıyla bilinir. Farklı uygarlıkların bıraktığı eserleri bir arada, yan yana görebilmenin mümkün olduğu Sinop’un kültürel zenginliği Karadeniz’in en güzel doğal limanlarından birisine sahip olmasının getirisidir.
Karadeniz’in hırçınlığına inat her daim sakin kalmayı başarabilen, tarih boyunca Sinop’un ticaret merkezi olarak öne çıkmasını sağlayan Sinop Limanı’nın stratejik önemi, her dönem bu limanı ele geçirme tutkusunu da beraberinde getirmiştir. Sinop’u ele geçiren her uygarlık ise kentin farklı noktalarını eserlerle donatmış kaleler, tapınaklar, kiliseler, camiler inşa etmişlerdir.  Sinop’taki kültürel zenginlik o kadar fazla ki aynı eserde dahi birden çok uygarlığın izini görebiliyorsunuz. Bu eserlerden ilk akla gelen ise kuşkusuz 4000 yıllık bir geçmişe sahip farklı uygarlıklara hizmet eden Sinop Kalesi. Kentin ilk kurulduğu yere de işaret eden kalenin duvarlarında Sinop’tan geçen hemen hemen her uygarlığın izlerini fark etmeniz mümkün. Roma, Bizans dönemlerinde asıl işlevi olan savunma görevini yerine getiren kaleye Selçuklular bir iç kale eklemiştir. Osmanlılar Dönemi’nde bir süre tersane olarak kullanılan ve dönemin en güçlü savaş gemilerinin inşa edildiği iç kalesi, 1887 yılında hapishaneye dönüştürülmüştür. Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar hapishane olarak kullanılan kale günümüzde turistik ziyaretler ve kültürel etkinlikler için hizmet vermektedir.
Sinop tarihinin bir özetini çok fazla gezip yorulmadan öğrenmek isterseniz şehir merkezindeki Sinop Müzesi’ni ziyaret etmeniz gerekiyor. Müzede şehir tarihinin M.Ö. 3000’lere uzanan Tunç Çağı’na ait eserlerinden Sinop açıklarında batmış gemilerden çıkartılan amforalara, Osmanlı Dönemi etnografik eserlerinden 19. yüzyıla ait altın yaldızlı ikonalara, lahitlerden heykellere kadar çok geniş bir yelpazede çeşitli eserler sergileniyor. Kentteki Osmanlı sivil mimari mirasını devam ettiren konaklardan birisi olan 19.yüzyıl başlarına ait Aslan Torunlar Evi günümüzde Sinop Etnografya Müzesi olarak hizmet vermektedir. Müze; sergilenen yöreye ait etnografik eserlerin yanında mimarisi, ahşap süslemeleri ve duvar resimleriyle de şehre gelindiğinde mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri.
Modern binaların arasında sıkışmış Balatlar Kilisesi’nin ise Roma Dönemi’ne ait bir hamam binasının üzerine 7.yüzyılda inşa ettirildiği düşünülmektedir. Duvarlarında ve kemerlerin içerisinde yer alan Hz. İsa, Meryem ve Aziz freskoları görülmeye değer. Kilise, kentin Bizans Dönemi’ne ışık tutan ender eserlerinden birisi olması açısından da önemli. Sinop, Bizans’tan sonra Selçuklular tarafından ele geçirilmiş. Sinop’taki Selçuklu eserleri içerisinde en önemlisi 1214 yılında inşa edilen Alaaddin Camisi’dir. Sinop’a yaklaşık olarak 150 yıl boyunca hakimiyet kuran Candaroğulları Dönemi’nde Hatunlar Türbesi, Yeşil Türbe ile Saray Camisi ve Fetih Baba Mescidi inşa edilmiştir. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katılan Sinop’ta, Osmanlı mirasını en güzel yansıtan eserlerden Sinop Evleri tarihi sokak dokuları ile birlikte  günümüze gelmeyi başarmış. Türk sivil mimari geleneğini yaşatan bu evler, sit alanı olarak koruma altına alınmış. Sokaklarda dolaşırken bir zaman tünelinde Osmanlı Sinop’una yolculuk yaptığınızı hissedeceksiniz. 1651 tarihli Mehmet Ağa Camisi, Sinop’taki en eski Osmanlı camilerinden. Geç dönem Osmanlı eserlerinden olmakla birlikte ahşap minaresi ile özgün bir nitelik arz ettiğinden görmek isteyebileceğiniz Meydankapı Camisi ile birlikte Sakarya Caddesi üzerinde yer alıyor. Sinop’un en önemli yapılarından bir diğeri de tarihi çok eskilere gitmemesine rağmen Türk tarihi ve kültürü açısından büyük önemi olan Sinop Ortaokulu’dur. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1928 yılındaki harf inkılabını gerçekleştirdiği ve yeni Türk harflerini tanıttığı yer bu okulun bahçesidir. Sinop'u çok sevdiğini belirten Atatürk, bu hislerini "Ne olurdu Sinop'un yarı güzelliği Ankara'da olsa idi" ifadesiyle belirtmiştir.  
Sinop’un 6000 yıllık tarihi boyunca birbirinden farklı uygarlıklara ev sahipliği yapmasının nedenini sadece stratejik önemine ve limana bağlamak doğru olamaz. Topraklarının bereketi, doğasının güzelliğinin de buna bir katkısı olduğunu kabul etmek gerekir. Bu güzelliğin tümünü keşfetmek içinse birkaç gününüzü ayırmanız yeterli. Gerek dalgaların işlediği kıyılar, gerekse yüzlerce yıllık ağaçların meydana getirdiği sık ormanlar görülmesi gereken yerlerden. Türkiye’nin en kuzey ucu İnceburun’da yer alan Akliman, 1. dereceden doğal sit alanı ve Sinop'a gelen yerli ve yabancı turistlerin en çok görmek istedikleri yerlerin başında gelmektedir. Bozulmamış doğal kıyı yapısı ile millî park niteliğindedir. İnceburun ve çevresi geyik, sülün ve karaca koruma alanıdır.

Karadeniz’in dağlarını tamamıyla kaplayan, yeşilin her tonunu barındıran ormanlara sahip olan Sinop’a çeşitli ulaşım olanakları mevcut. İstanbul’dan deniz yolu ile gidebilirsiniz. Ancak bunun için iki haftada bir kalkan gemiyi yakalamanız gerekiyor. Karadeniz Türkiye’nin en uysal denizlerinden birisi olduğundan kıyı boyunca keyifli bir yolculuk yapmanız mümkün. Sinop’a havayolu ile gelmek isterseniz, Sinop havaalanı kent merkezinden 8 km uzaklıkta. Buradan kent içine dolmuş ve taksilerle ulaşmak mümkün. Otobüs firmaları ise kent merkezinde bulunan otogara kadar ulaşımı sağlamakta.

Sinop’a seyahatinizde şehri dört bir yandan kuşatan kalesinin surlarını gezip, Erfelek Tatlıca Şelaleleri ve çevresindeki manzara eşliğinde piknik yapabilirsiniz. Osmanlı Döneminde şehri denizden gelecek saldırılara karşı koruyan Paşa Tabyalarını görüp, Sinop tarihine ışık tutan Balatlar Kilisesi’nin kalıntılarını da ziyaret edebilirsiniz.

Kentten ayrılmadan önce; tamamen el emeği ile üretilen tekne modellerini, Ayancık ilçesi ve çevresinde ise ketenden yapılan örtüleri, Mahrama ve Durağan bezini, Boyabat, Saraydüzü ve Durağan ilçelerinde dokunan çember, heybe, kilim ve çorapları, bıçak, el yapımı av malzemelerini almayı unutmayın.

Aynı zamanda; Boybat ilçesinin meşhur sırık kebabını, zılbıt böreğini, kaşık çıkartmasını, Sinop'a özgü üzümlü-cevizli nokuldan ve kulak hamurundan (mantı), Tatkat helvasını ve ezmesini tatmadan dönmeyin deriz.